Sırma Baysal
2 min readJul 4, 2020

BİRİ OYUN MU DEDİ?

Homo Ludens; “oyun”, “oyunlaştırma” kavramları üzerine çalışmalar yapan bizler için açıp açıp okumamız gereken bir eserdir. Peki, bu eseri niçin okumalıyız?

“Oyun” yaygın algılanış biçimiyle “genellikle boş vakitleri değerlendirmek için yapılan eğlenceli ve bazen de öğretici faaliyet” olarak tanımlanmaktadır. Bu kavramı daha derinlemesine araştırmak istersek “Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” olan Homo Ludens kitabında; “Oyun, özgürce razı olunan ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile alışılmış hayat’tan başka türlü olmak bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir” şeklinde yer aldığını görürüz.

Oyun ortamı, doğası gereği istikrarsızdır. Oyunu bozan dış bir darbenin etkisiyle, kuralların ihlal edilmesiyle ya da bir iç nedenden oyun duygusunun azalması, oyun yanılmasının ortadan kalkması, büyüsünün bozulması’ndan ötürü “asıl hayat” her an yeniden egemen duruma geçebilir. Bundan dolayı oyunda akışta kalmak önemli, yoksa bizi kaçınmak istediğimiz psikolojik sorulara götürebilir. Bunun nedeni oyunun genel karakteristikleri arasında gerilim ve belirsizliğin olmasıdır. Oysaki oyun “daha zor” ’laştıkça seyircinin gerilimi artar. Mesela, satranç göze görünür her tür güzellikten yoksun ve bir de üstelik kültürel açıdan verimsiz olmasına rağmen, seyredenleri gene de coşturduğunu söylenir. Bununla birlikte “Oyun çarpışmadır ve çarpışma oyundur” bu sempatik tutarlılığa ilişkin olarak Abner, Joab’a şöyle demektedir: “ Gençler hazırlansınlar ve karşımızda oynasınlar” Vulgate: “İki taraftan on ikişer kişi gelir; Hepsi birbirlerini öldürür ve öldükleri yer, kahramanlık çağrıştıran bir ad alır.” Çünkü insan öyle bir duyguyla kazanmak ister ki bu durum oyunun hafifliğini ortadan kaldırır. Oyunun ciddi bir iş olduğuna vurgu yapar. Oyun ortamı büyülenme ve heyecan ortamıdır. Başka bir örnekte yargıcın önünde sürdürülen yargılama da her an ve her koşulda kazanma arzusu o kadar ağır basar ve öylesine sabit bir fikir haline gelir ki hayatının merkezine koyar ve bir an için bile unutmak mümkün olmaz. Bu durumda önemli olan oyunun oyun olarak varlığını unutmamak gerekliliğidir. Aynı zamanda aktarım ve gerilim duyguları faaliyete eşlik etmekte ve bu faaliyet kendiyle birlikte neşe ve gevşeme getirmektedir.

İnsanın doğasında yer alan oyun ifadesine ayrıntılı bir bakış açısı getiren Hollandalı filozof ve tarih profesörü J.Huizinga oyunun insanoğlunun ilk kültürel alfabesi olduğunu söylerken oyunun kültürden daha eski olduğuna vurgu yapmaktadır. Kitapta yer alan“Meksika’nın doğu kıyılarında yaşayan Kora Kızılderilileri, mısır ezme ve kavurma işlemi nedeniyle kutladıkları dinsel bayramlarına yüce Tanrının bir “oyunu” adını vermektedirler.” örnekteki gibi kültür, din/ibadet, müzik, dans, sanat(resim ve heykel), şiir, felsefe, bilgelik, hukuk, savaş, bilim, yarış alanlarda kaynağın oyun olduğuna farklı bakış açıları sunarak bizleri ikna edip daha çok meraklanmamıza sebep olmaktadır.

Kaynaklar: